20 Haziran 2014 Cuma

2013 Ekim Şiirleri

Ekim Şiirleri 

gençliğinde yaşadığın korku

hayali gerçek sanma sonucu 

bazı durumların dibine gittin

olabilecek en aşağıya düşen 

zayıflık sarhoşluğun 

şiirsel meditasyon

kendinin cansız gölgesi


Bülent Tokuçoğlu 
2013 Şiirleri 2/10

***

inanılmaz yürüdü

kokladı bozuldu 

yakınında bulduğu

paçozluğun tarihi 

hayallerinin hatası  

bizzat kendi hali 

ağzının payını verdi


Bülent Tokuçoğlu 
2013 Şiirleri 3/10

*** 

acılara akraba iç alemi

sıkıntılı uyandı geceden

noktayı koyamadı

eksik kaldı cümle

tamamlasa az acı çekerdi

Bülent Tokuçoğlu 
2013 Şiirleri 4/10

***

herkese yetişir kendine geç

sürekli alaycı ruh hali 

topraksız susuz yeşeren 

bedende fuzuli işgal 

hayatı temize çekemeyen 

rüya filminde ışıkçı 

dünya için küçük 

kendine büyük gösteride 

rolü nefsi müdafaa


Bülent Tokuçoğlu 

2013 Şiirleri 5/10

***

zorlama güzel şeyler için 

beklemediğin de gelen sevgili

tesadüfler kahreder 

politik duruş ahlaki adanış 

kendini sürekli erteleyiş 

Bülent Tokuçoğlu 

2013 Şiirleri 6/10

*** 

yalnızlığa sarıp sarmala
düşmesin cümleler ellerinden

uykuda yarılmasın yüreğin

harika tasarlanmış kaçışla

sana inanmayı seçtim

Bülent Tokuçoğlu 
2013 Şiirleri 7/10

*** 

şizofreni çağında

yalnız kalmayı göze alan

zamana direnen eşsiz

hayal gücü kısıtlanır mı

geçmiş yeniden düzenlenir

hey hat bat dünya bat  

Bülent Tokuçoğlu 
2013 Şiirleri 8/10

***

dışlamadan içinde dünyasızlaştırdın

kaybetme konusunda hep kazandın

saklı cümlen kendiliğinden sahipleniş

mesafeler birleştiremese de

razı olmadın hiçbir sessizliğe

karşıtın özneler savaş yanlısı

Bülent Tokuçoğlu 
2013 Şiirleri 9/10

***


çağrılan geri dönmez

kaçışı dil belleğinde

sabrı epey bilgili

uçar hafif hafif

sen bakarken hayatın

soyunamıyorum şekli

alaycı depresyon

değişiklikle yoruyor

umut beklentiyi satan


Bülent Tokuçoğlu 

2013 Şiirleri 10/10 



2013 Eylül Şiirleri

siyah beyaz kıvamında
hınca hınç dolu mısralar
naftalinli hatıralar
eksildikçe çoğalan
rafta saklı kelimeler
hepsi yarı parçan
aynalar öyle söylüyor
değerli yalnız
ruhuyla suskun
Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
02/09/2013
***
şimdi gözlerine ağlamayı öğret
yaz bitti üşüme vakti
iktidar yarışı güç karşıtlığı
arsızlığın şahikası
can acıtır
üstü kalmaz gecede
küçük hayaller hariç
ettiği sözden hafif bir hiç uğruna

Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
02/09/2013
***
geldi elli yaşına der ki
hayallerde yaşlanalım
ortalık olmuş süt liman
ya sen ne satıyorsun eskici
içini ısıtan gülümseme
şimdi yaksa da
hayata inat sevseydin
tarih olmazdı her yeni gün
zamansızlık zamanında

Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
02/09/2013

***
bilgisiz öfkeli kibirli
bir de yanındayım demez mi
sanki doğa yasası armağanı
mahdut bir tedip hareketi
sabır taşı olsan çatlatır
yapraklarını döker
gecenin sahipsizliğinde
gerçek olmayan kısımları hariç
gerçek hikayenin ta kendisi 

Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
01/09/2013

***
duvar rengarenk toplum aynası
hep virane
gece sefası gibi rutin
şişik egosuyla paramparça
gürültülü vazgeçiş
canına okunan dil
eksik unutkan esrik
Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
01/09/2013
***

sona ermeyen mutsuzluğu
bitmez iktidar tutkusu
aidiyet hissine seslenir
sır saklamada başarısız
sadakat geni bilmez
koruma altında içgüdü
kendi kendisini kayda geçiren
gizli tarihi bütün bilgisi

Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
01/09/2013

***

"barış mezarsız ölülere armağan"
ezildikleri her mevsim güz
inatla unutmazlar unutmayı
kararmaz gecede umut
gözlerde ışıklı bakış
gitsin ister bulutlar
sarılmadan yalana
kendileriyle götürürler zamanı
meydan çeker cumartesi anneleri

Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
01/09/2013

 ***

oldukça karışıktım
o günden sonra kendimden bir daha haber alamadım
sınırda hayali fazla gerçeği eksik
makbul zaman dışında
güzel ve yalnız
ağlayan maskeleri bulmuşum
Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
30/08/2013

***

her olayın utancı bir diğerini geçmekte
ne ağlayan var ne de sahiplenen
fabrika ayarı gözler
yanar avuç içinde
aşk özü eşitlemeden
fenalığa çaresiziz

Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
29/08/2013
***
peltelemiş muhteriz sevgili
süreci akamete uğratan
kelimeleri kifayetsiz cümlelerle
zengin yancısı
yoksulla savaşan
ezildikçe sertleşen
geleceği gören
gidiyor meçhule
yapmaması gerekeni istemeden

Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
28/08/2013

***


anarşist ruh ahbapları
toplu mezarlar yurdunda
nice acıya karşılık
ideoloji prizmasına vicdanı yerleştiren
üç boyutlu gülümseme nedeni
kimsesizlerin kimsesi
sorunları göme göme ilerleyen
kendine ayıp etmeden sual eden
anlama ihtiyacı
özgürlük tutkusu

Bülent Tokuçoğlu Şiirleri
27/08/2013

şiir 8

önemsedikçe yitirdiği
şeytanı dışında arayan
şiir yüklü gelmeyişi
kalmayı bilmediğinden
gün denize çökerken
uzar yeniden gölgeler
alışkanlık yıkım içinde
hayatın kıyısında ruh
emanet kalır geceye

Bülent Tokuçoğlu
2014 Şiirleri 15/6-1

şiir 7

yüreğinde bin bir ahla göçtü
güzel biriyle aşkı bulamadı
imkansıza ulaşma yolu
mümküne inanmasıydı
durmadan eksilen zaman
beklenmedik anda güldü
kendini bulma hayali bitti

Bülent Tokuçoğlu
2014 Şiirleri 15/6-2

şiir 6

yakınlaşabildiğin kadarsın
rüyandan geçtim bilmedin
eskimiş iddiaların yerine
yeni düşler sindi zihnine
oysa hayatın güzel kokusu
gençliğimiz sinmiş ruhuna
heyecanlı ergenliğimiz gibi

Bülent Tokuçoğlu
2014 Şiirleri 18/6

şiir 5

düşündüğünü söyleyemeyen zavallı
yitip giden yürek sol cebindeki aşkı
kimseyi aramıyor kapanmış kendine
her şeyi tek başına yaşama gururu
kumaşımızı dokuyan önceliklerimiz
habersiz seni beklediğim yıllar gibi

Bülent Tokuçoğlu
2014 Şiirleri 18/6-1

şiir 4

yakınlaşabildiğin kadarsın
rüyandan geçtim bilmedin
eskimiş iddiaların yerine 
yeni düşler sindi zihinine 
hayatın güzel kokusu
gençliğimiz siner ruhuna
heyecanlı ergenliğimiz gibi

Bülent Tokuçoğlu
2014 Şiirleri 18/6

şiir 3

düşündüğünü söyleyemeyen zavallı 
yitip giden yürek sol cebindeki aşkı
kimseyi aramıyor kapanmış kendine
herşeyi tek başına yaşama gururu
kumaşımızı dokuyan önceliklerimiz 
habersiz seni beklediğim yıllar gibi

Bülent Tokuçoğlu
2014 Şiirleri 18/6-1

şiir 2

kendin kur salıncağı 
ağaç altında çocukluğun
arada kaybol gerisi hikaye 
semada gülerek süzülen
dehşetli güzel hayallerin 
düşmeden henüz toprağa 
dans et bohçalı hayatla
harika görünümlü hariç
herkes bilmediğin gibi

Bülent Tokuçoğlu
2014 Şiirleri 19/6

şiir 1

sanki ölümsüz görünümlü ölümlülerin
tedbir almaya zamanı yok hayatta 
yaşamak her gün girilen zorlu sınav
yıldızlar gülüyor gökyüzünde halimize
sevgilisi olmayan ne yapacak yıllarca 
yalnız yaşayanı sevimli görmez kimse
her ayrılığa bir kura numarası verdiler
alışkanlıkları özellikle yalnızlığa olanı
kaybettirip boşuna tedirgin edenler
sudan çıkmış balığa döndürüp
sonu gelmez kafa etiyle beslenen
görünüşü zavallı ruhunu zehirlediler
cehennem içinde fark edemediğin
inancının kime olacağını bilmemekti

Bülent Tokuçoğlu
2014 Şiirleri 19/6

Avukatlar Günü

5 Nisan 2014 Avukatlar Günü için yazdığım ve Avukatlık mesleğimde geride bıraktığım 25. yıl için verilen plaket töreninde yapamadığım konuşma metnidir : 
*
Sevgili Roma’lılar deyişini anladık da, neden iki de bir Sümer’liler ve Germen’ liler diye yazıyorsun diyen arkadaşlara kısa bir not.
*
Sümer’ liler büyük icatlar yapmışlar .
Sümer’ liler döneminde ;
1) astronomi bilimi gelişmiştir.
2) İlk defa yazıyı kullanarak tarih çağlarını başlattılar (Çivi yazısı).
3) Dört işlemi kullanmışlar, sayıları bulmuşlar  ve çemberi  360'a bölmüşlerdir.
4)  İlk yazılı kanunlar Sümer kralı Urgakina tarafından yapılmıştır.
5)  Ay yılı takviminin temellerini atmışlardır.
6) Sümerlerde her erkek asker sayılırdı.
7)  Tekerleği icat ettiler.
***
Germen’ liler ise ;
Bilindiği üzere;  Bizans İmparatorluğu yada Doğu Roma İmparatorluğu olarak bilinen devlet, Roma İmparatorluğu'nun doğu kısmında M.S.395'te kurulan ve İstanbul'un 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethiyle ortadan kalkan imparatorluktur.
Bizans imparatorluğu, Romalıların doğuda sahip olduğu toprakları, Tuna'dan Germen’ lilerin ve İslavların;  Fırat'tan da Perslerin ikili baskısına karşı koruma zorunluluğundan doğdu.
Bu baskılara karşı imparatorluğa Roma'dan daha yakın ve daha kolay korunabilir bir siyasi ve askeri merkez lâzımdı.
 Constantinus, eski Bizantion'un yerine kendi adını verdiği yeni şehri (Konstantinopolis) böyle bir sebeple kurdu.İki deniz yolunun birleştiği yerde bulunması ve biri Avrupa'dan, diğeri Küçük Asya ve Suriye'den gelen iki kara yolunun kavşağında olması yeni kurulan şehre büyük değer kazandırıyordu. Bununla birlikte, Bizans imparatorluğu gerçek anlamıyla ancak Roma imparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra (395) doğdu ve Batı imparatorluğunun çöküşünden ve imparatorluk nişanelerini, Odoakar'ın Zeno'ya geri vermesinden sonra da büyük önem kazandı.
*
Avukatlık ruhsatnamesinde Tarih : 6.12.1988
Çeyrek asır geçti.
Biz büyüdük ve kirlendi dünya. Ama umutlarımız, hayallerimiz devam ediyor.
Adalet, özgürlük ve eşitlik mücadelemiz sürüyor.
Netekim:
"Ne geçmiş tükendi / ne yarınlar"
*
Başka hangi meslek "şeytan" a yakıştırılmıştır ?
“şeytanın avukatı”  filmin sonunda “şeytan” rolündeki al pacino’nun söylediği  ;
“kibir, en sevdiğim günah” repliği kanımıza karışan kibirin şeytani dokusunu sembolize ediyor.
Avukatların "Avukatlık"tan Kurtuluşu Avukatların da Kurtuluşu

"Bir kente, bir insana nasıl başlanır,
takvimlerden düşmekte olan soluk bir pazartesiye,
taraçalarda -gaz tenekelerine yerleştirilmiş-
mor karanfıllere, taş basamaklara.. 
Yeşil bir su akıyor gecenin içinden.
Asitlenmiş kuleleri ve yorgun parkları kentin
Yaralı. Saat kaç olursa olsun.
Umutsuz bir ilişki değildir gökyüzü.
Bir güvercin kadar hafif kelimelerle konuşalım isterseniz,
kıyasıya mutluluklar dileyelim birbirimize.
Ama sonra herkes, döksün kimliklerini ve sıfatlarını ortaya.
Çünkü hayatı temizleyeceğiz.
Anlatacaklarım hepinizi ilgilendiriyor;
Hiçbiriniz kaçamazsınız söyleyeceklerimden,"
diyordu şair Özkan Mert.
*
Bir davulun derisi kadar gergin yaşamın ortasında kentleri, sınıfları, tarihleri ve toplumları tam ortadan yaran bu gerçeğin arasından selamlıyorum hepinizi, yüzünü “gri ve yeşilin” sınırında arayanlara selam olsun. Kentlerin yıkıntıları arasında “rüzgâra ve acıya hükümlü olmayan ve büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu yollara” diyenlerin sesiyle yaşayanlara sözümüz.
Zaman neyi gösterirse göstersin her zaman için bir umut vardır. Küçük bir çocuğun sokaklar yaptığı oyuncak torbasının içinde gezinen evler gibi biraz sonra havada salınıp dizileceğiz yeniden. Her sokağın bir dili vardır. Her sokağın bir oyun kültürü. Aşağı mahallenin çocukları; çember çevirmiyor, bisiklete binemiyor, bilye oynamıyor. Aşağı mahallenin çocukları, bilgisayar ekranlarında dünyayı yeniden yıkıyor ve kuruyorlar. Ama aşağı mahalle her gün yeniden yıkılıyor. Köşe başlarında uyuşturucu tezgâhları kuruluyor. Köşeyi dönenler el üstünde tutuluyor. Köşeleri tutanlar, sokağın duvarlarına kiralık katil ilanlarını asıyor. Köşelerde duranlar kendilerini, tüm dünyanın hâkimi sanıyor. Kurallar, hukuk, ahlak ve yaşama biçimi yeniden yazılıyor. Saat kaç olursa olsun, dünya dönmeye devam ediyor. Sınıflar her gün allak bullak olan bu hallaç pamuğunun içinde kendi depremini örgütlüyor. Büyük bir yıkımın içinde kendi düzenlerini arayanlar, büyük bir depremin öncülleriyle hayatı alaşağı etmeye soyunuyor. Hayır, bizim için kavga tam da böylesine büyük ve keskin bir yıkımın arifesinde bugün yeni başlıyor. Tam da böylesine keskin sirke küpünün içinde kendi sineğinden yağ çıkartma derdine düşmüş olanların göbeğinde mücadelemiz odak değiştiriyor. Duyduk duymadık demeyin, tam da böylesine büyük ve coşkulu bir karnavala hazırlanıyoruz.
İnsanlık ve Baro’ya kayıtlı avukatlar kendisine dair tarihsel bir sınavının sorularını yazıyor. Bizim sorularımızdan ilki ise şu, nasıl bir dünyada, ne ile, nasıl ve kim ile ne için yaşayacağız.
Onların Ahlakı ve Bizim Ahlakımız

Büyük lafların ortasında kendi dünyasının kılavuzluğunu, tüm bir yaşama dayatan siyaset bekçilerinin iktidar algısına karşı direnmektir bugün varlık zeminimiz. Adaleti ve vicdanı tahakkümlerine alanların jilet atılmış vicdanlarından damlayan kanın altında boğulan canlara dünyalar açmak, evler yapmaktır güzelliğimizin ilkesi. Klonlanmış kentlerin dibacesinde şu notu düşmek de bizim tarihi vazifemizdir, “direnenler her zaman kazanmadı ama kazananlar her zamana direnenlerdi”. İşte bugün yaşamı yoksullaştıran, tek tipleştiren bu sömürge düzeni karşısında tek tip pazar hukukundan ve ahlakından bizi kurtaracak olan hesaplaşma tam da bu direniş zeminlerinden doğacak. Mekânda ve zamanda zenginliği, toplumsal eşitliği, ekolojik - kültürel çeşitliliği ve halkların - doğanın kardeşçe dünyasını kurmaya yol verenler için mücadelemiz yeniden başlıyor. Hepinize selam olsun. 
Ne buyuruyor ahlak, “hepimizin iyiliği için çalışıyoruz”. Ne istiyor ahlak, “Hepimizin iyiliği için söze talibiz”. “Hepimizin iyiliğine olan ne peki” diye soruyor bizim ahlakımız. Hepimizin iyiliğine olan yoksa, bir sosyal azınlığın statüsünden kaynaklanan çıkarlarını yine belli bir azınlığın elinde güç haline dönüştürmek mi? Hepimizin iyiliği için olanlara kim nasıl karar veriyor? Tabi ki onların ahlakı.
Sınıfsal olarak farklılaşmış ve tarihsel olarak da kendi iç kopuşunu açığa vurmuş bir zümre içinde gerçek anlamda ortak bir iyiden bahsetmek mümkün mü? Sizin ortak iyiniz ile bizim ortak iyimiz nasıl bir ve aynı şey olabilir ki? Yoksa sizin “ortak iyi” sözü adına konuşma cüretiniz aynı zamanda bizim “ortak iyimizi” ilga etme girişimi mi? Peki kimdir bu “ortak iyi” adına konuşma cüretini gösterenler? Tabi ki hepimizi kesen bir iyinin, kutsal bir meslek yapıyor olmanın referansıyla konuşmayı düstur edinenler. Peki neden kutsaldır bizim mesleğimiz. Başkalarının kendini savunacak araçlarının olmamasından mı? Peki eğer onların böyle bir aracı yoksa, onlarla araçlarımızı paylaşmak, onların da birer avukat haline gelmesini savunmak, ya bizim ahlakımız ise.. O zaman sizin kutsallığınız bizim için bir küfür olmayacak mı?  Ya da şimdi bizim ahlakımızı sizin küfrünüz değil mi? Sahiden kendi dar grup çıkarlarını genel çıkar olarak dayatan bir yöneticiler elitinin içinde sadece bizim ekonomik, sosyal çıkarlarımızı kollayacağınıza dair ahlakınız, aynı zamanda kutsallık halesi adına her daim konuşabilme hakkını size vermiyor mu? Peki yoksa mesleğimiz kutsal değil ise.. Ya da kutsallığı eşitleyelim ve aramızdan kovalım diye sorsak size, ne yanıt verirsiniz? Ayrıcalık taleplerinizi ve ayrıcalık taleplerini meşrulaştırarak bir zümreyi yönetme iddianızdan vazgeçmek ister misiniz? Yani mesela bizler, toplumda avukatların “dolandırıcı, hırsız, dönek” olarak adlandırılmasından duyulan rahatsızlığı gidermenin yolunun, avukatların “hırsız” olmadığını ispatlamakla sağlanamayacağını söylersek. Mesela, avukatların bu unvanlardan kurtuluşu, toplumun hırsızlıktan kurtuluşu ile mümkün olacaktır dersek, küfürbaz olur muyuz?
Hukuk Diye Bir şey Yok

Ormanlara bakan Bey, “Allianoi diye bir yok”, dediğinde pekiştirdik biz sorunun özünü. Gerçeğin ta kendisini sorguluyordu, kapitalistler ve onların yönetici sınıfları. Bir yerin varlığını ve yokluğunu sorgulama cüretini kendinde bulan bir yönetici sınıflar hukukundan bahsediyoruz bugün. Onların binlerce hukuk danışmanı var. Neyin yok, neyin var olduğunun kararını verebilecek. Tabi ki bir kutsallık halesinden beslenen bir hukuk sistemi, yarın “şey” diye bir şey yok derse.
Mesela, 15.000 sicil sonrası hiçbir avukat yok, derse. Neden olmasın? Varlığın kendisini sorgulan bir duruş değil bu, tahakküm kültürünün varabileceği en yüksek soyutlama düzeyi. Ulucanlar yok, Jitem diye bir şey yok, Allianoi diye bir yer yok. Peki. Güvenlik gerekçesi ile Dersim’de yakılan hiç orman da yok değil mi? Peki ne var? Bu sorunun yanıtını verebilir misiniz? Kendi varlığınızın gölgesini yaslamadan var olabileceğiniz ve egemenin sultasından korkmadan yaşamınızı idame ettirebileceğiniz bir hukuk var mı? 
Derelerin satılmadığı, toprakların genetiği değiştirilmiş tohumla sağılmadığı, havanın egzoz gazıyla boğulmadığı bir hukuk.. Bir kentin ortasından hem de tam ortasından yaşamlarımızın içine doğru uzanan bir köprüye hukuk yor der, egemenler hayır orda var, biliyoruz derse.. Sizin ayrıcalıklarınız acaba ne işe yarar? Bir kentin ortasındaki bir koca çiftliği, AOÇ’yi otobana dönüştürenlere, “burada kır ve kentin dengesi var” dediğinizde, hayır biz hukukçularımıza sorduk; burada hayvanat bahçesi, olimpiyat parkı ve otoban var derse. Binlerce yıllık uygarlık beşiği “Ulus Tarihi Kent Merkezi’nde yaşam var” dediğimizde; hayır burada kir, pas ve genelev var, derlerse.. Kentin çeperlerinde, kavak ağaçlarının altında milyonlarca insan, binlerce güvercin ve evsiz sokak hayvanları var dediğinizde hayır burada milyonlarca dolar rant, kentsel dönüşüm var derlerse. Peki, bizim ahlakımızın avlusundaki değerleri hem de mahkeme kararıyla hukuk kuralı haline getirdiğimizde, hayır bu kararlara uymuyoruz derlerse, hukuk diye bir şey var, der misiniz? Ya da siz, bizim hangi “kutsal” menfaatlerimizi sahiplenirsiniz? 
İşte aradığınız genel iyi tam da buradadır. Geçmişin yeniden yazılmasında. Bir bellek kaybının ortasından elimizi sallıyoruz, haydin geleceği birlikte yazalım diye. Gri ve yeşilin budakları arasından, topluluklar kendini ne ile var eder sorusunu bir kez daha soralım istiyoruz. Gelin Ankara’nın göbeğinde Altındağ’ın, Kazdağları’nın, Bergama’nın, Ulukışla’nın içinde altın madeni arayanların değil, fıstık çamlarının, uçsuz toros dağlarının, zeytin dalının avukatları olalım. Barajlarla Karadeniz ve Akdeniz’i çamur deryasına çevirenlerin değil; Munzur’da, Hasankeyf’te akan suyun gülüşüyle mutlu olanların avukatı olalım. Tekirdağ’da ayçiçeği tarlasının, Rize’de fındık tarlasında çalışan bir kadının avukatı, Irak şantiyelerinde kavrulan bir Trabzonlu işçinin, Manisa’da sözleşmeli tütün üreticisinin… Ulus’ta tecavüze uğradıktan sonra katledilen bir eşcinselin, hemen yanı başımızdaki Kurtuluş Parkı’nda sevgilisiyle bankta oturuyor diye polis tarafından GBT’si alınan kadının.
Kadınız, eşcinseliz, yoksuluz, emekçiyiz, doğayız. Tam da ayrıcalıklarımızdan kurtulmak için buradayız. Bilcümle sıradanlarız. Hukuku, onların ahlakından olmayanlarız. İşte tam da buradan, geçmişi yeniden yazmalıyız. Onlar adına konuşan değil, onların konuşması için yaşayan. Sosyal ayrıcalıklarımızı toplumsallaştırmayı ve avukatlıktan kurtulmayı göze alabildiğimiz sürece avukatız. Devletin karşısında, bir çınar ağacı ne istiyorsa biz de onu istiyoruz, sermayenin karşısında bir ücretli işçi ne istiyorsa biz de onu istiyoruz. Dünyayı hakça yaşamak. Herkesin ihtiyacı kadar, herkesin yeteneğine göre bir dünya kurmak.
Tarihsel Olan Günceldir
Toplumun ve doğanın giderek yoksullaştığı, ekolojik krizin daha da derinleştiği bir ortamda mesleğimizin getirdiği bilgiyi kamu yararına kullanmak için soyunduk bu göreve. Türkiye’de onlarca kez değiştirilen orman, kıyı, toprak, çevre mevzuatının doğa ve toplum yararına geliştirilmesi için çaba harcadık. Uyumadık, uyutmadık. Basın açıklamaları, kampanyalar, toplantılar, seminerler, eylemlilikler örgütledik. Var olan örgütlenmelerin içinde yer almaya çalıştık. Ancak kent ve çevre mücadelesi sürecinde karşılaştığımız temel zorluklardan birisi, bu alanın mesleki olarak gerekli ilgiye mazhar olmamasından kaynaklı yetişmiş kadro sıkıntısı idi. Türkiye’ de bu alanda mücadele edecek nitelikli kent ve çevre avukatları vardır. Ama önemli olan ve asıl istediğimiz tam da bu değildir, isteğimiz toplumun kendi çıkarlarını koruyabileceği şekilde en genel anlamda hukukun ne olduğunun bilgisine ulaşabilmesi ve haklarını koruyabilecekleri bir hukuki güvenlik sistemine kavuşturulmasını imkanını gerçek kılmak.

Avukatlar, avukatlıktan kurtulduğunda kurtuluşunun gerçekleşeceğini göstermek.

***
Avukatlar gününde biraz geçmişe gidelim. Mecelle' de Avukat = Muhami = Himaye eden.
Ayrıca Avukat; "hakkı nahak", "nahakkı hak yapan" anlamında da tanımlanmış.
Ancak bugün ;
Avukat; soru soran, sorgulayan, kuşku duyan, araştıran, olaylara farklı açılardan bakmasını bilen,
bakmak zorunda olan hukukçudur. Böyle olduğu içindir ki, diyalektiğe inanır. Böyle olduğu içindir ki,
akla ve bilimsel mantığa güvenir.  Bağımsızdır. Bağımsız olmak zorundadır. Savunduğu kişiye karşı, kendisine karşı,yargıca ve savcıya karşı, siyasal iktidara karşı gerekirse tüm topluma karşı 

Tüm meslektaşlarımın "avukatlar günü" kutlu olsun...

Avukat Dr. Bülent Tokuçoğlu