5 Nisan 2014 Avukatlar Günü için yazdığım ve Avukatlık mesleğimde geride bıraktığım 25. yıl için verilen plaket töreninde yapamadığım konuşma metnidir :
*
Sevgili Roma’lılar deyişini anladık da, neden iki de bir Sümer’liler ve Germen’
liler diye yazıyorsun diyen arkadaşlara kısa bir not.
*
Sümer’ liler büyük icatlar yapmışlar .
Sümer’ liler döneminde ;
1) astronomi bilimi gelişmiştir.
2) İlk defa yazıyı kullanarak tarih çağlarını başlattılar (Çivi yazısı).
3) Dört işlemi kullanmışlar, sayıları bulmuşlar ve çemberi 360'a bölmüşlerdir.
4) İlk yazılı kanunlar Sümer kralı
Urgakina tarafından yapılmıştır.
5) Ay yılı takviminin temellerini
atmışlardır.
6) Sümerlerde her erkek asker sayılırdı.
7) Tekerleği icat ettiler.
***
Germen’ liler ise ;
Bilindiği üzere; Bizans İmparatorluğu
yada Doğu Roma İmparatorluğu olarak bilinen devlet, Roma İmparatorluğu'nun doğu
kısmında M.S.395'te kurulan ve İstanbul'un 1453'te Fatih Sultan Mehmet
tarafından fethiyle ortadan kalkan imparatorluktur.
Bizans imparatorluğu, Romalıların doğuda sahip olduğu toprakları, Tuna'dan
Germen’ lilerin ve İslavların; Fırat'tan
da Perslerin ikili baskısına karşı koruma zorunluluğundan doğdu.
Bu baskılara karşı imparatorluğa Roma'dan daha yakın ve daha kolay korunabilir
bir siyasi ve askeri merkez lâzımdı.
Constantinus, eski Bizantion'un yerine
kendi adını verdiği yeni şehri (Konstantinopolis) böyle bir sebeple kurdu.İki
deniz yolunun birleştiği yerde bulunması ve biri Avrupa'dan, diğeri Küçük Asya
ve Suriye'den gelen iki kara yolunun kavşağında olması yeni kurulan şehre büyük
değer kazandırıyordu. Bununla birlikte, Bizans imparatorluğu gerçek anlamıyla
ancak Roma imparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra (395) doğdu ve Batı
imparatorluğunun çöküşünden ve imparatorluk nişanelerini, Odoakar'ın Zeno'ya
geri vermesinden sonra da büyük önem kazandı.
*
Avukatlık ruhsatnamesinde Tarih : 6.12.1988
Çeyrek asır geçti.
Biz büyüdük ve kirlendi dünya. Ama umutlarımız, hayallerimiz
devam ediyor.
Adalet, özgürlük ve eşitlik mücadelemiz sürüyor.
Netekim:
"Ne geçmiş tükendi / ne yarınlar"
*
Başka hangi meslek "şeytan" a yakıştırılmıştır ?
“şeytanın avukatı” filmin sonunda
“şeytan” rolündeki al pacino’nun söylediği ;
“kibir, en sevdiğim günah” repliği kanımıza karışan kibirin şeytani dokusunu sembolize
ediyor.
Avukatların "Avukatlık"tan Kurtuluşu
Avukatların da Kurtuluşu
"Bir kente, bir insana nasıl başlanır,
takvimlerden düşmekte olan soluk bir pazartesiye,
taraçalarda -gaz tenekelerine yerleştirilmiş-
mor karanfıllere, taş basamaklara..
Yeşil bir su akıyor gecenin içinden.
Asitlenmiş kuleleri ve yorgun parkları kentin
Yaralı. Saat kaç olursa olsun.
Umutsuz bir ilişki değildir gökyüzü.
Bir güvercin kadar hafif kelimelerle konuşalım isterseniz,
kıyasıya mutluluklar dileyelim birbirimize.
Ama sonra herkes, döksün kimliklerini ve sıfatlarını ortaya.
Çünkü hayatı temizleyeceğiz.
Anlatacaklarım hepinizi ilgilendiriyor;
Hiçbiriniz kaçamazsınız söyleyeceklerimden,"
diyordu şair Özkan Mert.
*
Bir davulun derisi kadar gergin yaşamın
ortasında kentleri, sınıfları, tarihleri ve toplumları tam ortadan yaran bu
gerçeğin arasından selamlıyorum hepinizi, yüzünü “gri ve yeşilin” sınırında
arayanlara selam olsun. Kentlerin yıkıntıları arasında “rüzgâra ve acıya
hükümlü olmayan ve büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu
yollara” diyenlerin sesiyle yaşayanlara sözümüz.
Zaman neyi gösterirse göstersin her zaman için bir umut
vardır. Küçük bir çocuğun sokaklar yaptığı oyuncak torbasının içinde gezinen
evler gibi biraz sonra havada salınıp dizileceğiz yeniden. Her sokağın bir dili
vardır. Her sokağın bir oyun kültürü. Aşağı mahallenin çocukları; çember
çevirmiyor, bisiklete binemiyor, bilye oynamıyor. Aşağı mahallenin çocukları,
bilgisayar ekranlarında dünyayı yeniden yıkıyor ve kuruyorlar. Ama aşağı
mahalle her gün yeniden yıkılıyor. Köşe başlarında uyuşturucu tezgâhları
kuruluyor. Köşeyi dönenler el üstünde tutuluyor. Köşeleri tutanlar, sokağın
duvarlarına kiralık katil ilanlarını asıyor. Köşelerde duranlar kendilerini,
tüm dünyanın hâkimi sanıyor. Kurallar, hukuk, ahlak ve yaşama biçimi yeniden
yazılıyor. Saat kaç olursa olsun, dünya dönmeye devam ediyor. Sınıflar her gün
allak bullak olan bu hallaç pamuğunun içinde kendi depremini örgütlüyor. Büyük
bir yıkımın içinde kendi düzenlerini arayanlar, büyük bir depremin öncülleriyle
hayatı alaşağı etmeye soyunuyor. Hayır, bizim için kavga tam da böylesine büyük
ve keskin bir yıkımın arifesinde bugün yeni başlıyor. Tam da böylesine keskin
sirke küpünün içinde kendi sineğinden yağ çıkartma derdine düşmüş olanların
göbeğinde mücadelemiz odak değiştiriyor. Duyduk duymadık demeyin, tam da
böylesine büyük ve coşkulu bir karnavala hazırlanıyoruz.
İnsanlık ve Baro’ya kayıtlı avukatlar kendisine dair
tarihsel bir sınavının sorularını yazıyor. Bizim sorularımızdan ilki ise şu,
nasıl bir dünyada, ne ile, nasıl ve kim ile ne için yaşayacağız.
Onların Ahlakı ve Bizim Ahlakımız
Büyük lafların ortasında kendi dünyasının kılavuzluğunu, tüm
bir yaşama dayatan siyaset bekçilerinin iktidar algısına karşı direnmektir
bugün varlık zeminimiz. Adaleti ve vicdanı tahakkümlerine alanların jilet
atılmış vicdanlarından damlayan kanın altında boğulan canlara dünyalar açmak,
evler yapmaktır güzelliğimizin ilkesi. Klonlanmış kentlerin dibacesinde şu notu
düşmek de bizim tarihi vazifemizdir, “direnenler her zaman kazanmadı ama
kazananlar her zamana direnenlerdi”. İşte bugün yaşamı yoksullaştıran, tek
tipleştiren bu sömürge düzeni karşısında tek tip pazar hukukundan ve ahlakından
bizi kurtaracak olan hesaplaşma tam da bu direniş zeminlerinden doğacak.
Mekânda ve zamanda zenginliği, toplumsal eşitliği, ekolojik - kültürel
çeşitliliği ve halkların - doğanın kardeşçe dünyasını kurmaya yol verenler için
mücadelemiz yeniden başlıyor. Hepinize selam olsun.
Ne buyuruyor ahlak, “hepimizin iyiliği için çalışıyoruz”. Ne
istiyor ahlak, “Hepimizin iyiliği için söze talibiz”. “Hepimizin iyiliğine olan
ne peki” diye soruyor bizim ahlakımız. Hepimizin iyiliğine olan yoksa, bir
sosyal azınlığın statüsünden kaynaklanan çıkarlarını yine belli bir azınlığın
elinde güç haline dönüştürmek mi? Hepimizin iyiliği için olanlara kim nasıl
karar veriyor? Tabi ki onların ahlakı.
Sınıfsal olarak farklılaşmış ve tarihsel olarak da kendi iç
kopuşunu açığa vurmuş bir zümre içinde gerçek anlamda ortak bir iyiden
bahsetmek mümkün mü? Sizin ortak iyiniz ile bizim ortak iyimiz nasıl bir ve
aynı şey olabilir ki? Yoksa sizin “ortak iyi” sözü adına konuşma cüretiniz aynı
zamanda bizim “ortak iyimizi” ilga etme girişimi mi? Peki kimdir bu “ortak iyi”
adına konuşma cüretini gösterenler? Tabi ki hepimizi kesen bir iyinin, kutsal
bir meslek yapıyor olmanın referansıyla konuşmayı düstur edinenler. Peki neden
kutsaldır bizim mesleğimiz. Başkalarının kendini savunacak araçlarının
olmamasından mı? Peki eğer onların böyle bir aracı yoksa, onlarla araçlarımızı
paylaşmak, onların da birer avukat haline gelmesini savunmak, ya bizim
ahlakımız ise.. O zaman sizin kutsallığınız bizim için bir küfür olmayacak
mı? Ya da şimdi bizim ahlakımızı sizin
küfrünüz değil mi? Sahiden kendi dar grup çıkarlarını genel çıkar olarak dayatan
bir yöneticiler elitinin içinde sadece bizim ekonomik, sosyal çıkarlarımızı
kollayacağınıza dair ahlakınız, aynı zamanda kutsallık halesi adına her daim
konuşabilme hakkını size vermiyor mu? Peki yoksa mesleğimiz kutsal değil ise..
Ya da kutsallığı eşitleyelim ve aramızdan kovalım diye sorsak size, ne yanıt
verirsiniz? Ayrıcalık taleplerinizi ve ayrıcalık taleplerini meşrulaştırarak
bir zümreyi yönetme iddianızdan vazgeçmek ister misiniz? Yani mesela bizler,
toplumda avukatların “dolandırıcı, hırsız, dönek” olarak adlandırılmasından
duyulan rahatsızlığı gidermenin yolunun, avukatların “hırsız” olmadığını
ispatlamakla sağlanamayacağını söylersek. Mesela, avukatların bu unvanlardan
kurtuluşu, toplumun hırsızlıktan kurtuluşu ile mümkün olacaktır dersek,
küfürbaz olur muyuz?
Hukuk Diye Bir şey Yok
Ormanlara bakan Bey, “Allianoi diye bir yok”, dediğinde
pekiştirdik biz sorunun özünü. Gerçeğin ta kendisini sorguluyordu,
kapitalistler ve onların yönetici sınıfları. Bir yerin varlığını ve yokluğunu
sorgulama cüretini kendinde bulan bir yönetici sınıflar hukukundan bahsediyoruz
bugün. Onların binlerce hukuk danışmanı var. Neyin yok, neyin var olduğunun
kararını verebilecek. Tabi ki bir kutsallık halesinden beslenen bir hukuk
sistemi, yarın “şey” diye bir şey yok derse.
Mesela, 15.000 sicil sonrası hiçbir avukat yok, derse. Neden
olmasın? Varlığın kendisini sorgulan bir duruş değil bu, tahakküm kültürünün
varabileceği en yüksek soyutlama düzeyi. Ulucanlar yok, Jitem diye bir şey yok,
Allianoi diye bir yer yok. Peki. Güvenlik gerekçesi ile Dersim’de yakılan hiç
orman da yok değil mi? Peki ne var? Bu sorunun yanıtını verebilir misiniz?
Kendi varlığınızın gölgesini yaslamadan var olabileceğiniz ve egemenin
sultasından korkmadan yaşamınızı idame ettirebileceğiniz bir hukuk var mı?
Derelerin satılmadığı, toprakların genetiği değiştirilmiş
tohumla sağılmadığı, havanın egzoz gazıyla boğulmadığı bir hukuk.. Bir kentin
ortasından hem de tam ortasından yaşamlarımızın içine doğru uzanan bir köprüye
hukuk yor der, egemenler hayır orda var, biliyoruz derse.. Sizin
ayrıcalıklarınız acaba ne işe yarar? Bir kentin ortasındaki bir koca çiftliği,
AOÇ’yi otobana dönüştürenlere, “burada kır ve kentin dengesi var” dediğinizde,
hayır biz hukukçularımıza sorduk; burada hayvanat bahçesi, olimpiyat parkı ve
otoban var derse. Binlerce yıllık uygarlık beşiği “Ulus Tarihi Kent Merkezi’nde
yaşam var” dediğimizde; hayır burada kir, pas ve genelev var, derlerse.. Kentin
çeperlerinde, kavak ağaçlarının altında milyonlarca insan, binlerce güvercin ve
evsiz sokak hayvanları var dediğinizde hayır burada milyonlarca dolar rant,
kentsel dönüşüm var derlerse. Peki, bizim ahlakımızın avlusundaki değerleri hem
de mahkeme kararıyla hukuk kuralı haline getirdiğimizde, hayır bu kararlara
uymuyoruz derlerse, hukuk diye bir şey var, der misiniz? Ya da siz, bizim hangi
“kutsal” menfaatlerimizi sahiplenirsiniz?
İşte aradığınız genel iyi tam da buradadır. Geçmişin yeniden
yazılmasında. Bir bellek kaybının ortasından elimizi sallıyoruz, haydin
geleceği birlikte yazalım diye. Gri ve yeşilin budakları arasından, topluluklar
kendini ne ile var eder sorusunu bir kez daha soralım istiyoruz. Gelin
Ankara’nın göbeğinde Altındağ’ın, Kazdağları’nın, Bergama’nın, Ulukışla’nın
içinde altın madeni arayanların değil, fıstık çamlarının, uçsuz toros
dağlarının, zeytin dalının avukatları olalım. Barajlarla Karadeniz ve Akdeniz’i
çamur deryasına çevirenlerin değil; Munzur’da, Hasankeyf’te akan suyun
gülüşüyle mutlu olanların avukatı olalım. Tekirdağ’da ayçiçeği tarlasının,
Rize’de fındık tarlasında çalışan bir kadının avukatı, Irak şantiyelerinde
kavrulan bir Trabzonlu işçinin, Manisa’da sözleşmeli tütün üreticisinin…
Ulus’ta tecavüze uğradıktan sonra katledilen bir eşcinselin, hemen yanı
başımızdaki Kurtuluş Parkı’nda sevgilisiyle bankta oturuyor diye polis
tarafından GBT’si alınan kadının.
Kadınız, eşcinseliz, yoksuluz, emekçiyiz, doğayız. Tam da
ayrıcalıklarımızdan kurtulmak için buradayız. Bilcümle sıradanlarız. Hukuku,
onların ahlakından olmayanlarız. İşte tam da buradan, geçmişi yeniden
yazmalıyız. Onlar adına konuşan değil, onların konuşması için yaşayan. Sosyal
ayrıcalıklarımızı toplumsallaştırmayı ve avukatlıktan kurtulmayı göze
alabildiğimiz sürece avukatız. Devletin karşısında, bir çınar ağacı ne
istiyorsa biz de onu istiyoruz, sermayenin karşısında bir ücretli işçi ne
istiyorsa biz de onu istiyoruz. Dünyayı hakça yaşamak. Herkesin ihtiyacı kadar,
herkesin yeteneğine göre bir dünya kurmak.
Tarihsel Olan Günceldir
Toplumun ve doğanın giderek yoksullaştığı, ekolojik krizin
daha da derinleştiği bir ortamda mesleğimizin getirdiği bilgiyi kamu yararına
kullanmak için soyunduk bu göreve. Türkiye’de onlarca kez değiştirilen orman,
kıyı, toprak, çevre mevzuatının doğa ve toplum yararına geliştirilmesi için
çaba harcadık. Uyumadık, uyutmadık. Basın açıklamaları, kampanyalar,
toplantılar, seminerler, eylemlilikler örgütledik. Var olan örgütlenmelerin
içinde yer almaya çalıştık. Ancak kent ve çevre mücadelesi sürecinde
karşılaştığımız temel zorluklardan birisi, bu alanın mesleki olarak gerekli
ilgiye mazhar olmamasından kaynaklı yetişmiş kadro sıkıntısı idi. Türkiye’ de bu
alanda mücadele edecek nitelikli kent ve çevre avukatları vardır. Ama önemli
olan ve asıl istediğimiz tam da bu değildir, isteğimiz toplumun kendi
çıkarlarını koruyabileceği şekilde en genel anlamda hukukun ne olduğunun
bilgisine ulaşabilmesi ve haklarını koruyabilecekleri bir hukuki güvenlik
sistemine kavuşturulmasını imkanını gerçek kılmak.
Avukatlar, avukatlıktan kurtulduğunda kurtuluşunun gerçekleşeceğini göstermek.
***
Avukatlar gününde biraz geçmişe gidelim. Mecelle' de Avukat = Muhami = Himaye
eden.
Ayrıca Avukat; "hakkı nahak", "nahakkı hak
yapan" anlamında da tanımlanmış.
Ancak bugün ;
Avukat; soru soran, sorgulayan, kuşku duyan, araştıran,
olaylara farklı açılardan bakmasını bilen,
bakmak zorunda olan hukukçudur. Böyle olduğu içindir ki,
diyalektiğe inanır. Böyle olduğu içindir ki,
akla ve bilimsel mantığa güvenir. Bağımsızdır. Bağımsız olmak zorundadır.
Savunduğu kişiye karşı, kendisine karşı,yargıca ve savcıya karşı, siyasal
iktidara karşı gerekirse tüm topluma karşı
Tüm meslektaşlarımın "avukatlar günü" kutlu
olsun...
Avukat Dr. Bülent Tokuçoğlu